İstifleme Bozukluğu Nedir? – Tanımı, Tarihsel Süreci ve Güncel Akademik Tartışmalar
Zihnimiz bazen sahip olduklarımızla değil, bırakamadıklarımızla tanımlanır. Bir nesneyi atamama hali, biriktirmenin ötesinde kalabalıklaşan yaşam alanları, ve sıradan toplamadan “bozukluk” düzeyine geçen durum… Bu yazıda, İstifleme Bozukluğu olarak da anılan durumu akılda tutarak, hem tarihsel kökenlerini hem de günümüzdeki psikiyatri ve psikoloji literatüründeki tartışmaları inceliyoruz.
Tanım ve Klinik Özellikler
İstifleme bozukluğu, resmi literatürde genellikle Hoarding Disorder (HD) olarak geçer. Tanım itibarıyla; kişinin, değersiz ya da kullanım alanı olmayan eşyalardan dahi ayrılmakta zorlanması, aşırı edinim isteği ya da elimdekileri tutma eğiliminin yaşam alanlarını işlevsiz hâle getirmesi gibi özellikleri içerir. :contentReference[oaicite:1]{index=1} Bu durum, kişinin sosyal, mesleki ya da günlük yaşam aktivitelerinde ciddi zarara yol açabilir. :contentReference[oaicite:2]{index=2}
Tarihsel Arka Plan
Bu bozukluğun kökleri uzun yıllara uzanır. Ancak ruh sağlığı alanında belirgin biçimde tanımlanması görece yenidir. 1947’de Erich Fromm “hoarding orientation” (istifleme yönelimi) terimini kullanmıştır. :contentReference[oaicite:4]{index=4} 20. yüzyıl boyunca özellikle ekonomik krizler, savaştan sonra rasyonelleştirme dönemleri gibi toplumsal koşullar istiflemenin farklı biçimlerini görünür kılmıştır. :contentReference[oaicite:5]{index=5} Resmî olarak ise bu bozukluk 2013’te Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Fifth Edition (DSM‑5) kapsamında ayrı bir tanı kategorisi olarak yer aldı. :contentReference[oaicite:7]{index=7} Bu süreç, “istifleme = obsesif davranışın sadece bir belirtisi mi yoksa bağımsız bir bozukluk mu?” sorusunun da tartışılmasına yol açtı. :contentReference[oaicite:8]{index=8}
Günümüzde Akademik Tartışmalar
Güncel literatürde birkaç temel başlık dikkat çekiyor: (1) Tanı sınırlarının netliği: İstifleme bozukluğu, Obsessive‑Compulsive Disorder (OKB) ve diğer spektrum bozukluklarla nasıl ayrışmalı? :contentReference[oaicite:10]{index=10} (2) Nedensellik ve eşik koşullarının belirlenmesi: Genetik, nörobilişsel, travmatik yaşam olayları gibi faktörler ne kadar etkin? :contentReference[oaicite:11]{index=11} (3) Toplumsal ve kültürel bağlam: İstifleme davranışı yalnızca bireysel bir patoloji olarak mı görülmeli yoksa toplumsal bağlamı da hesaba katmalı mı? :contentReference[oaicite:12]{index=12} (4) Müdahale yöntemleri: Bilişsel‑davranışçı tedaviler, sanal gerçeklik temelli uygulamalar gibi yeni yaklaşımlar araştırılıyor. :contentReference[oaicite:13]{index=13} Ayrıca stigma konusu da önem kazanıyor: Bu bozukluğu yaşayan kişiler toplumda kendini yeterince ifade edememekten kaçınıyor. :contentReference[oaicite:14]{index=14}
Kültürel ve Yaşam Boyu Perspektif
Bir başka dikkat çeken nokta, istifleme davranışlarının sadece ileri yaşta ortaya çıkmadığıdır. Belirtiler genellikle ergenlik ya da genç yetişkinlik döneminde başlıyor, ancak yaşam alanının işlevsiz olma derecesine ulaşması daha sonra oluyor. :contentReference[oaicite:15]{index=15} Ayrıca farklı kültürlerde “toplama”, “koruma” gibi değerlerin farklı yorumlanması, bu bozukluğun görünümünü değiştiriyor. :contentReference[oaicite:16]{index=16}
Nedenleri, Sonuçları ve Önemi
Nedenler arasında genetik yatkınlık, duygusal bağlanma sorunları, çocuklukta yaşanmış kayıp ve travma gibi etkenler sayılıyor. :contentReference[oaicite:17]{index=17} Bozukluk, yalnızca evin dağınık olması değil; yangın riski, sağlık problemleri, sosyal izolasyon, aile ve iş yaşamında bozulma gibi ciddi sonuçlar doğurabiliyor. :contentReference[oaicite:18]{index=18} Bu yönüyle hem bireysel terapi ihtiyacı hem de toplum‑yaşam alanı güvenliği açısından önem taşıyor.
Sonuç
İstifleme bozukluğu, “sadece dağınıklık” ya da “temizlik isteksizliği” olarak görmememiz gereken, çok katmanlı bir psikolojik ve toplumsal süreçtir. Tarihsel açıdan toplumsal kaygılarla, ekonomik krizlerle de bağlantılı gelişmiş; akademik olarak da tanı, tedavi ve kültürel bağlam açılarından hâlâ aktif biçimde tartışılmaktadır. Eşya ile kurulan bağların ötesinde, bireyin yaşama tutunduğu anlamları, kayıpları ve kontrol arzusunu açığa çıkaran bir pencere sunar. Bu nedenle, bu bozukluğu yaşayan kişilerle empati kurmak ve uygun profesyonel desteği sağlamak kritik önem taşır.